Bugün takvim yaprakları 12 Eylül 2025’i gösteriyor. Cuma günü… Bundan tam 45 yıl önce, 12 Eylül 1980 sabahı Türkiye bir darbeyle uyandı. O gün de bir cuma günüydü. İşte tarihin cilvesi; aradan geçen onca yıl sonra yine aynı gün, yine aynı tarih.
12 Eylül yalnızca bir askeri müdahale değildi. Hayatlara, hayallere ve bir ülkenin demokrasi yolculuğuna vurulmuş ağır bir darbeydi. Rakamlar hâlâ kan dondurucu: 650 bin kişi gözaltına alındı, 39 ton gazete, dergi ve kitap yakıldı, 927 basın-yayın organı yasaklandı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. Açlık grevlerinde 14 kişi yaşamını yitirdi, 171 kişi işkencelerde katledildi, 517 kişiye idam cezası verildi.
Bu rakamlar, yalnızca soğuk birer istatistik değil. Her biri, ardında yarım kalan hayatlar, susturulan kalemler, kırılan umutlar bıraktı. Türkiye’nin toplumsal hafızasında derin izler açıldı.
Bugün, 12 Eylül’ün üzerinden 45 yıl geçmiş olmasına rağmen o dönemin izleri hâlâ silinmiş değil. Demokrasi, özgürlük ve insan hakları mücadelesi her defasında bize o karanlık dönemi hatırlatıyor. Çünkü tarih, yalnızca yaşanmış bir vakit değil; bugünümüzü ve yarınımızı da şekillendiren bir aynadır.
Kaderin cilvesi midir, tarihin tekerrürü mü bilinmez ama 12 Eylül 1980’in cuma gününe denk gelmesi ile 12 Eylül 2025’in yine bir cuma gününe rastlaması insana düşündürücü geliyor. Sanki takvim, bize "unutmayın" diye hatırlatıyor.
45 yıl sonra bugün, yapılması gereken en önemli şey, o gün yaşananların tekrarına asla izin vermemek. Darbelerin karanlığını değil, demokrasinin aydınlığını çoğaltmak. Çünkü tarih, ancak hatırlarsak ve ders çıkarırsak tekerrür etmez.