Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar hakkında 12 yıla kadar hapis istemiyle iddianame düzenlendi. Ancak iddianameye bakıldığında, Karalar’ı suçlayabilecek bir para trafiği, tanık ifadesi, görüntü kaydı ya da mal edinim belgesi bulunmuyor. Yani ortada bir suçlama var, fakat bu suçlamayı destekleyecek delil görünmüyor.
Bu noktada akla hemen ceza hukukunun en temel ilkesi geliyor: Masumiyet karinesi. Latince ifadesiyle “ei incumbit probatio qui dicit, non qui negat.” Yani “İspat yükü iddia edene, suçlayana aittir; suçlanana değil.” Bu ilke, sadece hukukun değil, aynı zamanda vicdanın da temeli olmalı.
Ne yazık ki, Türkiye’de son yıllarda sıkça tanık olduğumuz bir tabloyla karşı karşıyayız. Kamuoyunda yankı uyandıran her dava, bazen siyasetin gölgesinde değerlendiriliyor. Yargı süreci başlamadan hüküm veriliyor, “itirafçı” beyanları delilden sayılıyor, sosyal medya mahkemeleri kuruluyor. Oysa adalet, duygularla değil, kanıtlarla işler.
Zeydan Karalar hakkında düzenlenen iddianamede de durum farklı görünmüyor. Delilsiz bir suçlama, sadece ifadelerle yürüyen bir süreç… Bu tablo, sadece bir siyasetçinin değil, aynı zamanda hukuk sistemimizin güvenilirliğinin de sınavıdır. Çünkü bugün delilsiz suçlama Karalar’a yöneltilmişse, yarın herhangi bir yurttaşa yöneltilebilir.
Adalet, kişiye göre değil, ilkeye göre işlerse anlamlıdır. Hukuk devletinin temel direği, masumiyet karinesidir. Bu ilke bir kez delinirse, toplumun tüm güven duygusu zedelenir. O yüzden bugün mesele sadece Zeydan Karalar meselesi değildir; mesele, hukukla siyaset arasındaki çizginin korunup korunamayacağı meselesidir.
Hepimizin hatırlaması gereken şey şu: Adaletin terazisi, kamuoyu baskısıyla değil, delillerle tartmalıdır.